17 Ekim 2017 Salı

İKİNCİ İSTİKLAL HARBİ’NİN BAŞKOMUTANI TAYYİP ERDOĞAN!

Oksimoron sözcüğü günlük dilde sıkça kullanılıyor ama henüz Türkçe karşılığı yok. Birbiriyle çelişen veya tamamen karşıt iki kavram veya olgunun birlikte anılmasına oksimoron deniyor. Örneğin, yoksul milyarder, demokrat faşist, özgürlükçü diktatör, ateist imam, dindar Marks, materyalist Hegel, hümanist Hitler, beyefendi Fatih Terim gibi...
“Bilgisayar dâhisi Rahmi Yıldırım” ifadesi de oksimorondur. Harbiye’deki bilgisayar dersinin vize sınavında Rahmi 100 üzerinden sadece dört almıştı. Final nasıldı, hiç anımsamıyor. Bugün bile bilgisayarı daha çok daktilo niyetine kullanabiliyor...
***

Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kariyeri de aslında çok bereketli bir oksimoron pratiğidir. Özellikle iktidarının ilk yıllarında, memleketin çakma liberalleri (Ertuğrul Özkökgiller yani) Erdoğan’a yakıştırmadık nitelik bırakmadılar. Müslüman demokrat, özgürlükçü, laik, barışçı, sakin lider sıfatları, yakıştırdıkları sıfatların başında geliyordu.
Ömründe demokrasi görmemiş yurttaş olarak ben de inanmak istedim Erdoğan’ın demokrat, özgürlükçü, barışçı, laik bir lider olduğuna ama bir türlü ikna edemedim kendimi. Ne zaman ikna edecek olsam kendimi, karşıma Erdoğan çıktı.
Demokrat ve laik olmadığını, demokrasiyi amaçlamadığını bizzat söylemişti Erdoğan. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken aynen “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz. Demokrasi amaç değil araçtır!” demişti (Milliyet, 14 Temmuz 1996).
Yine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken 1995 yılında partisinin Ümraniye teşkilat binasının açılışında “Ben Müslümanım diyenin aynı zamanda laikim demesi mümkün değil. Niye? Çünkü, Müslümanlığın yaratıcısı Allah kesin hakimiyetin sahibidir. Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye. Bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek” diyordu.
Erdoğan demokrat ve laik değildi de neydi? Yanıt yine kendisinden: Elhamdülillah şeriatçıyız” (Milliyet, 21 Kasım 1994).
Demokrat ve laik olmadığını, şeriatçı olduğunu bizzat söylemişti; iktidarının ilk yıllarında bile öyle aman aman demokrat ve laik olmamıştı. Yine de “Taç giyen baş akıllanır, Erdoğan da değişir demokrat olur” diye ummak inanmak istedim. En yakın arkadaşı Mehmet Metiner “İnanma!” dedi. Niye inanmayacakmışım Mehmet diye sordum. “Erdoğan’la demokratik bir Türkiye inşa edileceği kanaatinde değilim. Çünkü icazet aldığı içerideki çevreler statükonun sahici sahipleri” diye yanıt verdi Mehmet. Gerçi sonradan bu ifşaatından dolayı Mehmet özür diledi, Emine Hanım’ın önünde yerlere kadar eğildi, “cahillik ettim” dedi ama olan bana oldu. Birbirlerini en iyi kendileri bilir dedim, Erdoğan’dan demokrat siyasetçi çıkmayacağına kanaat getirdim. Çakma liberaller ise “demokrat ve laik Erdoğan” masalı anlatmaya devam ettiler. Su katılmamış bir oksimorondu Erdoğan’ın demokratlığı ve laikliği. Lakin çakma liberaller, oksimoron olsun diye anlatmamışlardı bu masalı.
***

Erdoğan demokrat ve laik olmadığı gibi barışçı ve sakin bir siyasetçi de değil. İktidarının ilk yıllarında da barışçı ve sakin değildi. On beş yıllık iktidarına tanık olup Erdoğan’ın barışçı ve sakin bir siyasetçi olduğunu savunacak kaç kanaat bezirgânı çıkar acaba!
Siyasi kariyerinin her anında, özellikle iç siyasette Erdoğan ne yapıyor ediyor, bir gerginlik konusu buluyor, öfkeden gözleri fırlayacak, boyun damarları çatlayacakmışçasına bağırdıkça bağırıyor. Gerilim, Erdoğan’ın bilinçli tercihi. Bu sayede yandaşlarını ve kullarını istim üzerinde tutuyor. Gündemde hiçbir gerilim konusu yoksa ne gam, CHP var; CHP yoksa HDP var... Yani Erdoğan’a yakıştırılan “barışçı, birleştirici, sakin siyasetçi” nitelemesi de bir oksimorondan ibaret. Soma’da acılı madenciyi “İsrail dölü” diyerek tokatladığını anımsıyorum da...
***

Çakma liberaller Erdoğan’ı “Müslüman demokrat, laik, barışçı, birleştirici, sakin siyasetçi” diye pazarlamakla kalmadılar; Atatürkçü, hatta “neo Atatürk” bile ilan ettiler. Lakin Erdoğan söylev ve demeçlerinde değil “Atatürkçüyüm” demeye, Atatürk demeye bile yanaşmadı; Gazi Mustafa Kemal diyegeldi. Cihan adlı rahmetli at, çakma liberallerden daha dürüst ve namuslu çıktı; biniciliğe heves eden Erdoğan’ı sırtından attı. Çağdaş Köroğlu efsanesi başlamadan bitti ama Ertuğrul Özkök’ün gazetesi, Erdoğan’ın attan düşmesini binicilik uzmanlarına “Düşüş mükemmel” diye yorumlattırdı!!! Mükemmel düşüş de bir oksimorondu.
Demokrat ve laik, barışçı ve sakin, neo Atatürk Erdoğan” oksimoronun ta kendisiydi; lakin çakma liberaller oksimoron olsun diye yakıştırmamışlardı. Onların derdi bordrosundan zıkkımlandıkları patronlarının ihale işleriydi.
***

Erdoğan da gücü elinde bulundurmanın rahatlığıyla ihale ve rant dağıtmaktan ziyadesiyle memnundu; oksimoron üretimine esin kaynağı olmaktan zerrece şikâyetçi değildi. Öyle ki, AKP iktidarının ilk günlerinde Avrupa Birliği’ne karasevdalıydı! Evet evet, karasevda! Daha iktidara gelişinin ilk haftasında, devrin İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ile hoşbeşten sonra, “Allah’ın emrini peygamberin kavli”ni bile anmadan sebebi ziyaretini şöyle açıklamıştı:
- AB ile nikâh kıymak istiyoruz...
Berlusconi anasının gözü, babasının kulağı. “Hele bir düşünelim” diye nazlanmadan o da Tayyip  Erdoğan’a sormuştu:
- Aşk nikâhı mı, mantık nikâhı mı?
Tayyip Erdoğan o kadar sabırsızdı ki, kestirip atmıştı:
- Katolik nikâhı olsun, bir daha bozulmasın!
AB ile Katolik nikâhına talipli Tayyip Erdoğan da oksimoronun ta kendisiydi ama o günlerde bunun farkında olan kimse sayısı çok ama çok azdı.
***

Tayyip Erdoğan, 3Y ile (yani yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla) mücadele edeceği vaadiyle iktidara geldi. Atatürk ve laiklik ile aldatanların yolsuzluklarından yaka silkmiş bir yurttaş olarak “Bunlar Müslüman adamlar, yolsuzluk yapmazlar, yapanlarla mücadele ederler, zenginden alıp fakire verirler” diye umdum, inanmak istedim. Lakin Süleyman Soylu (tanıyorsunuz kendisini, şu anda İçişleri Bakanı olarak Tayyip’in en yakın dava ve silah arkadaşlarından) “inanma!” dedi. Niye inanmayacakmışım Süleyman diye sordum. “Paçalarından yolsuzluk akıyor. Türkiye’de ihale ve yandaş belediyeciliği yapılmaktadır” diye karşılık verdi Süleyman (10 Aralık 2008).
Süleyman doğru mu söylüyor diye düşünürken Prof. Dr. Numan Kurtulmuş (şu anda Kültür ve Turizm Bakanı galiba) “Biz Firavunlaşmayacağız. Harun olmaya geldiler ama yoldan çıkıp Karun oldular. Bizim hırsızımız olmayacak…” diye ekledi (Milli Gazete, 12 Temmuz 2010).
Bütün bunların üstüne Erdoğan’ın yakın dostu, ulemadan fıkıh alimi Prof. Dr. Hayrettin Karaman “Yolsuzluk hırsızlık değildir” diye fetva vermesin mi? (Yeni Şafak, 21 Aralık 2014). Bana diyecek söz kalmadı. Birbirlerini en iyi kendileri bilir diyebildim. Anladım ki, yolsuzluklarla mücadelenin mücahidi Tayyip Erdoğan da oksimorondan ibaretmiş!
***

Recep Tayyip Erdoğan’lı oksimoron pratiğinin ve propagandanın zirvesi tahmin edilemez. Her defasında “bundan ötesi olmaz” dense de ondan ötesi de oluyor. Yakıştırmanın zirvesi için “Vizyon sahibi lider” “Dünya lideri” dense de yetmiyor. Peygamber ne kelime! “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde taşıyan lider” diyen bile çıktı. İlginçtir, Allah’a eş koşulmasına kendisi de itiraz etmedi.
Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde taşıyor, vizyon sahibi dünya lideri ama nedense bir dediği diğerini tutmuyor, üç beş gün sonrasını bile öngöremiyor. Şam’daki camide şükür namazı kılacağını söylemesinin üzerinden kaç yıl geçti, kendisi bile hatırlamıyordur herhalde.
Varsın hiçbir öngörüsü gerçekleşmesin, ne gam! Kulları “vardır bir bildiği” deyip zerre toz kondurmuyorlar, yücelttikçe yüceltiyorlar. Son yılların revaçta yakıştırması, “İstiklal Harbi Başkomutanı Tayyip Erdoğan”. Durduk yerde yakıştırılmadı. “Ne istediyse verdiği” yol arkadaşının 17/25 Aralık yumruğuna maruz kalınca, kendisi “İkinci İstiklal Harbi” başlattı. İstiklal Harbi(!) dört yıldır sürüyor, hangi tarihte zaferle sonuçlanacağını kimse bilmiyor.
Tabii istiklal harpleri emperyalistlere karşı verilir. Emperyalizme karşı istiklal harbi askeri, siyasi, ekonomik, diplomatik cephelerde verilir; yanı sıra psikolojik harp cephesi açılır. Psikolojik harp cephesinde daha çok propaganda yapılır. İşte Erdoğan’ın dört yıldır sürdürdüğü İkinci İstiklal Harbi’nin paralı psikolojik harp leşkerleri, ABD ve AB ile yaşanan gerilim üzerine son haftalarda “antiemperyalist Tayyip Erdoğan” propagandası yapıyorlar. Öyle benimsendi ki, solcu bilinen kimi entelektüeller bile ABD ile yaşanan vize krizinden bu yana “antiemperyalist Tayyip Erdoğan” masalı anlatıyorlar, emperyalizme karşı Erdoğan’ın arkasında saf tutmaya çağırıyorlar.
Emperyalizme karşı savaş denildiğinde hemen sarılacak silah arayan bir yurttaş olarak ben de inanmak istiyorum Tayyip Erdoğan’ın antiemperyalist mücadele verdiğine; emperyalizme karşı Erdoğan’ın arkasında safa girmek istiyorum ama en yakın arkadaşı Mehmet Metiner engel oluyor. Mehmet dedi ki, “Erdoğan'ın kapasitesi Türkiye'yi yönetmeye yetmez; entelektüel birikimi dar ve geri. Uluslararası bir organizasyonun çabasıyla işbaşına getirildi.
Erdoğan hangi uluslararası organizasyon tarafından işbaşına getirilmiş, doğrusu bilmiyorum! Rastladığımda Mehmet’e soracağım. Belki de Erdoğan’ın en yakın arkadaşlarından Cüneyt Zapsu’nun gidip yalvardığı yerdedir sözü edilen uluslararası organizasyon. Hani 2006 yılında Washington’a giden Cüneyt, basına açık toplantıda Erdoğan için “Bizim ABD’ye ihtiyacımız var. Bu adam dürüst bir adam. Bu adamdan yararlanın. Bence onu devirmeye çalışmak, delikten aşağı koymak yerine onu kullanın... Teklifim budur.” diye yalvarmıştı ya. Belki de oradadır Metiner’in sözünü ettiği uluslararası organizasyon!
Mehmet’in ifşaatı Cüneyt’in yalvarması bir yana, en güçlü emperyalist devlet ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi BOP’un eşbaşkanı Tayyip’in Amerikan ordusuyla birlikte Müslüman komşu Irak’ın üstüne çullanmasını, yine ABD’ye güvenerek Şam’da zafer namazı rüyasına dalmasını, bugün de emperyalist Rusya ile birlikte Suriye’yi girmesini gözümün önüne getiriyorum da...
Ne demiş atalarımız: Ölü gözünden yaş imamevinden aş çıkmaz. Atalarımızın dediklerine eklemek uygun düşerse, Erdoğan’dan da “İkinci İstiklal Harbinin Antiemperyalist Başkomutanı” çıkmaz; çıksa çıksa alt emperyalist ya da daha uygun deyimle taşeron emperyalist çıkar. Antiemperyalist Tayyip Erdoğan oksimorondan ibarettir.

HAMİŞ:
Emperyalizm, günlük siyasi terminolojide, bir devletin veya ulusun başka bir devleti veya ulusu ekonomik siyasi kültürel olarak boyunduruk altına alması ve sömürmesi olarak tanımlanıyor.
Sosyalistlerin emperyalizm tanımını Lenin yapmıştır. Buna göre, emperyalizm kapitalizmin tekelci aşamasıdır. Tekelci kapitalizm evresinde serbest rekabet sona ermiş, banka sermayesi sanayi sermayesi ile bütünleşerek mali oligarşiyi oluşturmuştur. Sermaye ihracı yoluyla sömürü meta ihracı yoluyla sömürüden daha önemli hale gelmiştir. En büyük kapitalist devletler ve güçler arasında dünyanın paylaşımı tamamlanmıştır.
Bu tanımdan çıkan sonuç, dünyanın paylaşılması tamamlandığına göre, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasına uygun olarak rakiplerinden daha hızlı büyüyen emperyalist güçlerin ancak savaş yoluyla yeni pazarlar edinebilecekleridir. Bu da sosyalist devrime elverişli kriz durumu demektir. Ünlü deyişle, ya savaş devrime yol açar ya da devrim savaşı önler...

Sosyalistlerin bir de alt emperyalizm tanımı vardır. Buna göre, ekonomik askeri kültürel gücüyle belirli bir bölgeyi dünyanın efendileriyle işbirliği içinde, onlar adına vekâleten denetleyen devletler alt emperyalist olarak adlandırılır. Bölgesel emperyalistler küresel emperyalizmin bölgesel çıkarlarıyla uyumlu hareket etmelerine karşın konjonktürel isteklerini pazarlık konusu yapabilirler. Alt emperyalizm bölgesel yayılma isteğini de içerir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder